Yaşlanmak insan hayatının bir gerçeğidir. Sonradan yaratılan ve süresi belli bir hayat sahibi olan insan, ömür dediğimiz bu süreyi tamamlamak zorundadır. Başlangıcı çocukluk, sonu da yaşlılıktır bu ömrün. Dünyaya gelmek ya da gelmemek gibi bir seçeneği olmayan insanın yaşlılığı da kaçınılmazdır. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.): “Allah her hastalık için mutlaka bir deva vermiştir. Ancak bir dert müstesna, o da ihtiyarlıktır.” (Ebu Davud, Tıb, 1) buyurmuştur. Bu gerçek kaçınılmazdır. Ömür dediğimiz sınırlı ve mecburi bu zaman dilimi, insan için vazgeçilmezlerle doludur. Cazibesi ve elemi çoktur. Ama yine de insan sıkı sıkıya ona bağlıdır. Yani yaşlansa da hayattan kopmak istemez. İnsan arzuları bununla süslenmiştir Allah tarafından.
Ömür ne de hızlı geçer; ne çabuk varırız yaşlılığa; sanki bir nefes alımı. Günün birinde aynanın karşısına geçer ve sorarız: Bu ben miyim? Çocukluk, gençlik derken yaşlılığın kapısını çaldığımızın farkına bile varamayız. Hiç de arzulamayız bu karşılaşmayı. Eğer mümkün olsa şikâyetçi oluruz aynadan: “Beni bu hale sen getirdin” diye.
Ne yaman çelişki? İnsanın kendisi ile bu kadar çeliştiği başka bir hal var mıdır? Bir yandan hızlı yaşadığı ve bitmesini istemediği gençliği, diğer yandan bunun sonucu ve kendisinden ürktüğü kaçınılmaz son yaşlılıkla yüz yüze gelmesi. Masum çocukluğunun nasıl geçtiğinden habersizdir insan. Arzular gençliğin süsüdür. Onların peşinden sürüklenir gider. Her türlü cazibesinden kendini kurtaramadığı arzuları ve emelleri, gençliğini toz duman hale getirir de farkında değildir. Bir de bakar ki yaşlılıkla yüz yüze gelmiş. Hayatın gerçeği; kendisinden kaçtığı yaşlılık. Hatta insan yaşlanmaktan kaçtığı kadar, yaşlılarla beraber olmaktan kaçar. Yaşlılığı kendisine hatırlatan her şeyden kaçar. Çağımızın en büyük hastalığı budur. Gerçekleri kabullenmemek; yüzleşmekten kaçmak. Geçici olana gönül vermek, sonu olana bağlanmak; mutlak sondan/ölümden yana hiç kafa yormamak. İnsan bu kadar tutarsız işte. Hiç şüphesiz ilahi kurallar kurulduğu gibi işler.
Cahit Sıtkı TARANCI gibi yaşlılıkla yüzleşmek ve onu kabullenmek, hayata bağlayan muhakeme dururken, vakıayı kabullenmemek, insan gerçeği ile bağdaşmaz. Hayatın gerçekleri ile yüzleşmekten kaçmak, mutlak hakikatten kurtarmaz insanı. Sadece olan bitene sırt dönmektir bu.
Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dantel gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz;
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim
(Devam edecek)